27 Nisan 2014 Pazar

Söğüt Dalları Altında

Söğüt Dalları Altında,
Siz bilmezsiniz, benim okuduğum yerde bir söğüt ağacı vardı. Yaprakları hemen kenarındaki gölün üzerine ulaşmaya çalışırmış gibi uzanırdı. Ağacın tam altına birkaç bank koymuşlardı. Öğle arasında çayını kahveni içmek biraz kafa dinlemek harikaydı. Ben önemli problemlerimi bu ağacın altında tartardım. Gelecek olan sınav tufanını nasıl atlatacağımı, param ile nasıl ayın 8’ine kadar idare edeceğimi. Sevdiğim insanların beni kırdıklarında içime attığım göz yaşlarını hep bu ağaçla paylaştım. Kafamı yukarı kaldırdığında ince narin dallarına hayran kalırdım. Kışın bile güzeldi. Yağmurda ayrı güzel.
Hayatımda bu nedenle hep ayrı yeri olacak söğüt ağacının. Bir keresinde ağaçları tanıyan bir arkadaşım bu ağacın türünün salkım söğüt olduğunu söylemişti. Hatta bir de şiir okumuştu söğüt ağacı ile ilgili. Ne çatlak kızdı. Çok iyi anlaşırdık. Tabi iki çatlak nasıl anlaşmasın.
Az ağlamadım altında, az muhabbet etmedik sevdiğim insanlarla. Az düşünmedim yaşam hakkında. Şimdi bırakın o ağacı görmeyi şehirde nerede salkım söğüt bulabilirim bir göl kenarında bilmiyorum.
Sevgiler,

Cansu Uğur

26 Nisan 2014 Cumartesi

Saçın Kerameti

Saçın Kerameti,
Saçlarımı keseli bir hafta oldu. Tüm mutsuzluklarımı eski saç modelimle birlikte arkada bırakmak, yeni bir saç modeli ile hayata kaldığı yerden devam etmek istedim. Ne de olsa hayat yeniliklerle güzelleşiyor. Bir tanecik kuaförüm Barış’ımın önerisiyle iddialı bir modele cesaret ettik. Dergideki kızıl bir hatuna çok yakışmıştı. Ben ancak saçlarımı kızıl ilk beyazlarım çıktığında yapacağım maalesef.
Hayatımdaki amaçlardan biri de kızıl bir hatun olmaktır. Yeni saç modelim ilk ortaya çıktığında “Oh my God” demişim. Bir de “I like it, I like it” demişim öyle dedi Barış’cığım. Evet, çevremdekilerin ilk tepkisi ise “Rihanna geliyor” oldu. Ünlü bir şarkıcı olan Rihanna’da bir zamanlar böyle kesmiş saçını ve etrafımdan özellikle de erkek arkadaşlardan gelen övgüler ağzımda papyon etkisi yarattı. Sürekli gülüyorum.
Asansörde insanlar sadece konuşmak için laf atıyorlar. “Bugün hava ne kadar soğuk”, “Kim bu asansörleri çağırdı”, “Siz hangi katta çalışıyorsunu”. Sadece laf olsun diye cümleler, önceleri rastladığım ancak hiç konuşmadığım insanlardan gelen iletişim çabaları. Sadece iş nedeniyle görüştüğüm bir çocuk beni çay içmeye davet edince saçın kerametine iyice inandım.
Ne saçmış be kardeşim. Ellerine sağlık Barış.
Saç kestirmekte keramet varmış,
Sevgiler,

Cansu Uğur 

Küçük Dokunuşlar

Küçük Dokunuşlar,
Basit bir ceket, saç kesimini değiştirmek, Çınaraltında yapılan bir Cumartesi kahvaltısının insanın yaşamına kattığı güzellikleri önceleri nasıl da fark edemiyordum. Önceleri haftasonları da çalışma günleriydi. Gelecek haftanın ön tampon desteği, geçmiş haftanın eksiklerinin tamamlanmasıydı. Sosyal hayatta neydi ki?
Son zamanlarda sosyal hayatın önemini daha iyi kavrar oldum. Canım arkadaşım Irmak’ın bu konudaki çabalarına minnettarım. Zaten moralimin bozuk olduğunu bilen arkadaşım beni sosyal yaşama adeta adapte etti. Hayatınızda yaşadığınız her şeyi paylaştığınız bir can dostunuz olmalı eğer yalnızsanız gerçekten çok şansızsınız. Sorunlarınız içinizde büyür büyür ve öyle bir hal alır ki içinden çıkamazsınız gözünüzün önündeki basit çözümleri bile göremez olursunuz. İstanbul’da yaşayıp da nasıl Çınaraltını bilmem. Kuleli önünden yukarı doğru nasıl hiç yürümem. Balıkçılara selam verip köprülerin güzelliğini izlemem. Neyse, Irmak Hanım bütün bu problemlerime çözüm oldu.
Deniz kenarında oturup buraya ailelerimizle ve küçük çocuklarımızla geleceğimiz günü hayal ettik. Benim bir kızım olacaktı onun bir oğlu. Çok güzel hayallerdi. Biz hepimiz mutlu olacaktık. Bizi üzün insanları hayatımızdan şutlamış, geride bırakmış olacaktık. Onun müdürü olmayacaktı hayatında, benim de beni üzen insanlar.
Irmak’ın yanında kendimi çok güvende hissediyorum. Varlığı ve beni dikkatle dinlemesi, çok az soru sorması ve en önemlisi beni yormaması. Yorulmuyorum onun yanında diğer insanlar gibi değilim. O akşam eve dönüp beni gerçekten seven dostları karşıma çıkardığı için dua ettim. Kötü ve iyi zamanlarımı paylaşabileceğim gerçek, düzgün insanlar.
Çınaraltı öyle bir yer ki isterseniz yan taraftaki tarihi börekçiden böreklerinizi alıp sadece çay siparişi vererek kahvaltınızı yapıyorsunuz, isterseniz mükellef bir kahvaltı sofrası da mevcut. Yaşlılar, çocuklar ve soğuktan hoşlanmayanlar için kapalı alanlar bile düşünülmüş. Üstelik piknik sepetini alıp, masa örtüsü, Nutella ve evdeki diğer kahvaltılıklar ile gelenler de hoş karşılanıyor burada. Çaylar koca koca tepsilerde bir gidiyor bir geliyor. Gençlerin fotoğraf makineleri, akıllı telefonları hiç susmuyor. Şık  şık şık fotoğraf çekiyorla habire. Tabii facebooka eklemek gerek anı anına. Sosyal medyada pek aktif olmasam da gençleri anlıyorum. Hayatlarını paylaşmak istiyorlar tüm dünya ile. Irmak’çığım da yakındaki delikanlıdan rica etti bir fotoğrafımızı çektirmemizi tam poz verirken bana sıkı sıkı sarıldı. Arkada Boğaziçi köprüsünün anısı olan güzel bir resimdi.
Bu kadar güzel bir boğaza sahip olup da kıymetini bilmemek ayrı bir saçmalık. Deniz kenarındaki çöpleri görünce çok üzülüyorum. Naylon poşetler, plastik şişeler, metal kutular. Nasıl bunları görüp da rahatsız olmuyorlar. Kuleli Lisesinin ihtişamlı binasına bakarken Irmak’ın lisedeki balolarda yapılan danslardan bahsetti. Kız Lisesinde okumuş olan Irmak arkadaşlarının camdan erkeklere öpücük göndermesini anlatırken ikimizde kahkahayı bastık. En önemlisi de kalp kırıklığımı dinlemesi, hiçbir yorum yapmamasıydı. Beni anladığını, anlamaya çalıştığını biliyorum. Umarım ikimizi de çok güzel günler karşılar. 10 yıl sonra çocuklarımızla aynı yerde kahvaltı yaparız sözleştiğimiz gibi.
Hayaller güzeldir,
Sevgiler,
Cansu Uğur



25 Nisan 2014 Cuma

Görgüsüzler Arasında

Görgüsüzler Arasında,
Etrafımız hainler ve içten pazarlıklı insanlar ile çevrili. Hemen insanlara saldıran yok efendim insanlar böyle veya insanlar şöyle diye ahkam kesen tiplerden olduğumu sanmayın. Ben tamamen son zamanda başımdan geçen bir olay üzerinden konuşuyorum. Daha önceden değer verdiğim sekreterimiz Ocak 2014’de bir aile dostu aracılığıyla nişanlandı. Evet, yaşı 40’ın biraz üzerinde olan bekar bir kadındı. Yaşın 40’ın üzerinde olması ve bekar olması benim için hiç problem değildi ancak çevremdeki insanlar için olaydı. Yok efendim çocuğu olacak mı, nasıl mutlu olacak mı, nasıl tanışmışlar, bu saatten sonra ne yapacak, işi bırakacak mı? Bir sürü dırdır duydum. Benim bunların hiçbiri ile ilgili problemim olmadı takii işleri aksatmaya başlayana kadar. İş saatlerinde boş ev araması, fakslaması için bir evrak verdiğimde yüzüme ters ters bakması(tabii mesai saatinde ev aramasını önlüyorum ya) onun yüzünden yapılan hatalar ve patronun tamamen onu hatası yüzünden bize çatması. Bir, iki, üç derken sabrın sonu geldi.
Kız tamamen aklını kaçırmış durumda, varsa yoksa sevgilisi, nişan yüzüğünü insanların gözüne sokmak istercesine tutması. Biliyor musunuz artık o yüzüğü görünce midem bulanıyor. Aman evlense de kurtulsak belki o zaman aklı düzelir. Her şey bir yana gün geçtikçe daha da hainleştiğini düşünüyorum. Sevgilisi ile muhabbetlerini bana anlatması ve yaptığım yorumları sanki kendi düşünmüş gibi kullanması. Kendi yetersizliklerini örtme çabası. Hani sonradan görme ile ilgili atasözleri var ya hepsini ona kullanmak istiyorum. Allah’ım akıl fikir ver.
Ben ona mutluluklar dilemiyorum artık kendi sorunlarını bize yansıttığı için, kafayı yediği için. Çok zor buldu sanırım, karakteri de yetersiz olunca böyle oldu.
Hayatta büyük konuşmamak lazım, ancak insanların nasıl değişebileceğini, gerçekte sakladıkları arzuların, isteklerin nasıl ortaya çıkabileceğini görmüş olduk sayesinde. Etrafım böyle insanlarla dolu evrak teslim ederken atar yapan kuryecimiz, yemek dağıtmaya gelen çocuklara askerlik talimi yaptıran güvenlik görevlimiz, bayan sürücü görünce coşan taksici, dolmuş şoförü. Etrafımız gerçekten büyük görgüsüzlüklerini, karakterlerindeki zayıflıkları içinde saklayan küçük insanlarla dolu. Rabbim karakterimi korumak ve güçlü olmak için bana yardım etsin.
İşlerinizi aksatmamanız dileklerimle,
Sevgiler,

Cansu Uğur

23 Nisan 2014 Çarşamba

Erkekler Üzerine

Erkekler Üzerine,

       Bir erkek kardeşimin olması bu insan türü hakkında küçük yaşlardan itibaren bilgi sahibi olmamı sağladı. Çocukken çokta farklı değildik. Karateye beraber giderdik, kavga ederdik, 2 yaş büyük olduğum için 10 yaşına kadar onu hep dövebilirdim. Beraber yaramazlık yapardık, hani parktaki çocuklarla kavga çıkarmıştık, salıncak sıramızı vermemek için. Üstelik evdeki tüm eşyalar ya onunda ya benim. Yeni alınan ilk çekyat benimdi. İkinci alınan onundu. Gameboyumu içini merak ettiği için parçalara ayırmış sonra toparlayamamıştı. Evdeki radyoyu da halletmişti. Birde benim civcivimi banyo yapmak için su dolu kaba batırıp çıkararak boğulmasına neden olmuştu. Çocuktu anlamıyordu işte. Az kavga etmedik bayramda elinde patlayan torpil için ömür boyu pişmanlık duyacağım Allah’tan bir şey olmadı.
     Sonra büyüdü, koca bir delikanlı oldu. Üniversite kazandı, derslerine odaklandı. Sevgilileri olmaya başladı. Kız arkadaşlarını hep anlattı bana, çocukken bir türlü anlaşamayan iki kardeş büyüdükçe iki yakın sırdaş oldu. Ancak erkeklerin özelliklerini onun sayesinde anladığımı hiç söylemedim ona. Önce bir kıza aşık oldu, kız da ona. Üstelik dünya tatlısı, tanıştığım ve çok beğendiğim biriydi. Bir süre sonra başka bir kızla tanıştı ve bu sefer ona tutuldu üstelik bir süre ikisini bir arada idare etmiş. Bunu sonradan öğrendim. Ona bunun yanlış olduğunu asla insanları kandırmaması gerektiğini anlattım evet artık birinden hoşlanmayabilirsin henüz çok gençsin duygularının değişmesi doğal. Ancak bunu o tatlı kıza söyle, başlarda üzülse de o da çok genç elbet birileri çıkar karşısına dedim. Kızlar onunla bir gelecek hayal ederken o şimdiden kendini yurtdışına atma planları yapıyor. Kendi hayatını kurma çabasında, yeni yerler görme, dünyaya açılma. Ancak kız arkadaşı ona o kadar ilgi gösteriyor ki adeta hayatının merkezinde sadece erkek kardeşim var gibi.
Böyle olunca üzülmeden edemiyorum. Neden biz kadınlar böyleyiz? Erkekler için bir anda tüm hayatımızı ortaya koyuyor ve sadece onları hayatımızın merkezine oturtuyoruz. Ben de bu kızlardan çok farklı olduğumu asla iddia etmiyorum. Bir erkek için işimizden, kariyerimizden vazgeçmeye gönüllü oluyoruz? Kadınların belki de yüzyıllardır cevabını aradığı bir soru. Sevmek vücudumuzda hangi değişiklikleri yapıyor, hangi hormonları aktif ediyor? Bu hormonları bir an önce bulup kökünü kazımamız lazım. Onlar davet ettiğimiz tiyatro etkinliğinin hangi tarihte olduğunu bile unuturken, onu görmek istediğinizde “hayır işim var” derken. Bize adam gibi vakit ayırmayıp hayatı kendi istedikleri şekilde yaşarken bize ne oluyor? Neden kendimizi üzüyoruz hep, ağlamak hiçte güzel değil.
      Büyürken farkında olmadan kafamıza yapışan “erkekler her şeyden önemlidir” reklam tabelasını niye bir türlü kaldıramıyoruz. Biliyorum bizim neslimiz için çok geç düşünsenize bu tabela ile büyüyen 6 milyon insanı nasıl değiştirebiliriz? Ancak benden sonrakilere bu tabela işlememeli sadece bunu yapsam etrafımdaki 20 kişiye bile ulaşsam kafi.
     Hiçbir şey, hiçbir erkek benim kariyerimden, mutluluğumdan, kafamın rahat olmasından önemli değil. Asla önemli olmayacak. Hayatımı canımdan bezdiren hiçbir erkeğe müsamaha veya sabır göstermeyeceğim. Bana saygı duymayan ve değer vermeyen hiçbir erkeği yanımda ne olursa olsun barındırmayacağım. Kendimce yazdığım bu yemini ömrümün sonuna kadar tutacağım.

Güzel günler sizinle olsun,

Sevgiler,

Cansu Uğur

20 Nisan 2014 Pazar

Mutlu Yıllar 2014

Mutlu Yıllar,
2013’ü de tüketmişiz farkında bile olmadan. Oysa daha dün kutluyorduk milenyumu hani insanlar kışın ortasında denize atlıyorlardı uğur getirsin diye. 2006’da dünyanın sonu gelmişti hani. Zaman hiç kimseye kulak asmadan akıllı uslu bir şekilde görevini yerine getiriyor işte. Bir yıl geçmiş, tam 3 yıldır iş yaşamındaymışım, tam 2 yıl olmuş mastera başlayalı. Sevdiğim adam ile 5. yılına girecek tanışmamız. Belime kadar olan uzun saçlarımı keseli 6 ay olmuş. Kız kardeşimin liseye başlayalı 4 ay olmuş. Zaman sessiz sessiz akmış kimselere duyurmadan. Ne zaman 25 yaşında oldum hatta 26’dan gün aldım anlamadım. Siz hissediyor musunuz zamanın akışını, ne zaman büyüdü bacak kadar olan çocuklar? Cevabını bilmek istiyorum.
Hayatta en önemli şey temel ihtiyaçlardır, önce sağlıkla başlayıp sonra barınma, beslenme ile devam eden bu ihtiyaçlar giderildikten sonra insanın mutluluk için başka bir şeye ihtiyacı olmadığını düşünürdüm.  Ancak son yıllarda yanıldığımı anladım, ruhun beslenmesi de çok büyük bir ihtiyaç. Sanatsal etkinlikler, konserler, sergiler veya yurtdışındaki farklı kültürleri görmek, farklı lezzetleri /mutfakları tatmak ve ufkunuzu açmak. Onların adetlerini öğrenmek o kadar güzel ki. Bu öyle bir şey ki, sizi saran o katı kabuğu kırdığınızı, dünyayı daha fazla anladığınızı yaşamın anlamına bir nebze yaklaştığınızı sanki yaşamın formülüne dair gizli bir sırrı paylaştığınızı hissediyorsunuz. Günlük hayatınızda uğraştığınız şeylerin basitliğini anlıyorsunuz. Mümkün olduğunca gezmek ve dünyayı görmek istiyorum, gezdikçe dünyanın ne kadar küçük olduğunu görmek istiyorum. Ruhu besleyen başka bir etkinlikte sevmektir. Karşılıksız, hiçbir şey beklemeden, sadece onun mutlu olmasını isteyerek sevmek.  Sevdiğim adamın sıcacık kucağında ısınmak, o saçlarımı okşarken, kokusu ile dolup, taşmak o kadar iyi geliyor ki bana. Onun teni, gözleri, kokusu, varlığı bile başka yapıyor beni. Gülümsemesine bayılıyorum, kelimelerine, kendine has yorumlarına. Onsuz, onunla yaşamanın benim için ne kadar zor olduğunu ona her anlatmaya çalıştığımda beni anlayamaması bazen komik geliyor. Bir kere kendi de itiraf etmişti zaten “benim kafam kalındır” demişti. Ben o kalın kafayı seviyorum. Ben onu çok seviyorum, ömrüm oldukça da seveceğim.
Çocukları seviyorum, zor zamanlarımda yanımda olan gerçek arkadaşlarımı, güvenlikçimiz Ayfer’i, kargocumuz Yasin’i. Muhasebecimiz Derin’i, hayatımda bana güzel bir örnek olan dişi aslan patronumu, iş arkadaşlarımı seviyorum. Bu yıl yanlarında çok şey öğrendim, geliştim, hayata bakış açım her gün biraz daha gelişti. 2013 yılını bu gece geride bırakacağız, anılarımızı daha tam anlayamadan yeni anılar eklemeye başlayacağız hayatımıza. Evet, yarın yeni bir yıla uyanacağız. Ne büyülü bir gece, eski yıldan yeni bir yıla geçiş, hem de bir gecede. Şu klasik seneye görüşürüz muhabbetleri hala komik geliyor bana. Yeni yıla sevdiğim adamın yanında ona sarılarak girmek güzel olurdu, ona seni seviyorum diye gece tam 12:00’de mesaj atsam mı acaba? Ondaki romantik derinlik konusunda emin olmadığım için böyle işlere girmemek gerek. Keşke o da böyle şeyleri düşünebilse, keşke tüm erkekler düşünebilse.
2014’den ne diliyorsunuz diye sorsalar önce sağlık sonra centilmen erkekleri geri istiyoruz derdim. Kadınların ruhuna hitap eden, kadınlar odaya girdiğinde ayağa kalkan, kadınlara kapı tutan, çiçek alan erkekleri geri istiyoruz. Neredelerse lütfen geri gelsinler. Hayat her şeye karşın o kadar güzel ki, tüm olumsuzluklara rağmen nefes almak, sağlıklı olmak ve sevdiklerinle birlikte hayatı paylaşmak çok güzel.
2014’ün size ve tüm sevdiklerinize mutlu anılar getirmesi dileklerimle,
Sevgiler,
Cansu Ugur


Çocuklar ve Sanat

Çocuklar ve Sanat,
Bugün Cumartesi patronumun verdiği önemle görevlerden birini yerine getiriyorum. Çok fazla iş yerinde vakit geçirdiğimi düşünen patronum fazla asosyal olduğumu kibarca ima ettikten sonra ruhumu besleyecek sosyal aktivitelere katılmamı istedi. Anish Kapoor sergisi ile işe başladım ben de. Emirgan taraflarında müthiş boğaz manzaralı bir köşk. Kocaman sütunların ortasında adam boyunda kocaman bir at heykeli. İsmi de zaten buradan geliyor “Atlı Köşk”. Giriş ücretli ancak çok pahalı değil, 8 TL’yi gözden çıkarırsanız problem yok. Bir de ulaşım sorunu var, Beşiktaş üzerinden vasıta var, özel araçla gidilmez çünkü otoparkı çok küçük. Kapıdan girince yemyeşil bir dünya karşılıyor sizi mavi selviden manolyaya, ortancalara hatta zeytin ağaçlarına kadar ayrı bir dünya. Botanik bahçe gibi. Her bitkinin ön tarafında türünü belirten tabela var. Ortancalar harika. Birde toprağa gömülmüş gibi duran kadın heykeline bayıldım ben bu bahçeden zor ayrıldım. Tepede ise artık müzeye dönüştürülmüş köşk ve ayrı bir müze binası var. Birde kocaman bir balkon ancak bu öyle bir balkon ki önünde sadece muhteşem bir deniz var, göz alabildiğince deniz. Gençler facebook’a koymak için ha bire fotoğraf çekiyor, sesi bile rahatsız edici flaşların ne o öyle “şak şak şak”.
Sonra bilet masasından biletimizi alıp Anish Kapoor sergisini gezdik. Aman Allah’ım kocaman devasa taşları nasıl da işlemiş. Neredeyse 5 metre boyunda duvardaki o tuhaf yarık bana bir yandan korkutucu bir yandan da muhteşem gözüktü. İçinde kaybolacakmışım gibi hissettiğim o derin ve parlak küreye öyle bir dalmışım ki bekçinin “platforma çıkmak yasak” diye bağırmasıyla kendime geldim. Bildiğin platformun üzerine çıkıp burnumu dayamışım heykele. Nasıl oldu anlamadım. Küçük çocuklar da vardı sergi de aileleriyle gezen. İpek adlı ufak bir şirin de benim gibi platforma çıktı eserlere bakarken ancak ona bağrılmadı hatta dokunulmadı bile. Çok tatlıydı doğrusu. Küçük bir çocuk grubu ve anneleri giriş için kayıt yaparken ufak bir kız “Anne Azra da burada onu da kayıt edin” dedi ikide bir sanki anneleri onun farkında değilmiş gibi. Acaba çocuklar bu eserlere baktığında ne düşünüyor? Anneleri sürekli çocuklara eserleri anlatıyor ancak hiç biri “Sence bu nedir?” diye sormuyor çocuklara.
Onların vereceği cevapları çok merak ediyorum. Çocuk sahibi olmak muhteşem bir şey. Onların dünyaları ve fikirleri çok orijinal. Bütün dürüstlükleri ve fikirleriyle ilham kaynağılar benim için. Sabancı müzesindeki sergileri takip etme kararı aldım. Bu tür sergileri keşfetmek ve takip etmek istiyorum, gerçekten de dünyaya bakışını etkiliyor insanın. Sahilde yaptığım yürüyüş ve muhteşem hava da günün diğer artıları arasında. Anish Kapoor gerçekten de farklı bir sanatçı. Patronuma hayatıma kattığı güzellikler için ne kadar teşekkür etsem az. Onu tanıdığım için çok mutluyum. Kendisi yaklaşık ellili yaşlarında çok tecrübeli bir kadın mühendis. Yaklaşık otuz yıldır mesleğini yapıyor. Genç bir kadın mühendis olarak benim için muhteşem bir örnek şu hayatta. Mühendis olmasına karşın hayatın bu ince yönlerini yakalayabilmesi ve bunları bize aşılaması o kadar güzel ki. Böyle insanlara ihtiyacımız var gerçekten.
Sanatın hayatınızdan eksik olmaması dileklerimle,
Sevgiler,
Cansu Uğur



Hayata Dair – Benim Notlarım

Hayata Dair – Benim Notlarım
Bir yabancıya her şeyinizi anlatabilir misiniz? Bir insandan sadece bakışından yola çıkarak nefret etmek mantıklı mıdır? Birini çok sevmek, çok sevdiğini her söylediğinde karşılık görmemek sizi sevmediğinin kanıtı mıdır veya sizi istemediğinin? Hayata dair ne sorular geçiyor şuan milyonlarca insanın aklından. Asgari ücretle çalışan kargocumuz Yasin’i düşünüyorum 20 katlı plazanın her katını günde kaç defa dolanıyor acaba hangi sorular kafasında hayata dair. Hani bir kere tepesi atmıştı bir akşamüzeri ağlıyordu gencecik çocuk bizim ofise geldiğinde. “Resmen amelelik bizim yaptığımız” demişti bir müşterisi onu terslediğinde. Bekçi Nurgül her gün yemek getiren kuryeler ile savaş halinde adeta. Gelen kurye şirket adını söylemeyince nereden bulsun koskoca plazada yemek söyleyen insanı? Kuryelerin ona bağırmaya da hakkı yok tabi. Herkes kendi derdinde işte, birbirini ezerek ufakta olsa ego tatmini yaşıyorlar. Kendilerini biraz üstün göreceklerde ne olacaksa artık. Kendi yeteneksizliklerinin farkında olan insanların kendilerine tehdit olarak gördükleri yeteneklilere karşı yaptıkları ufak oyunlar ne kadar mide bulandırıcı.
Ben sadece izliyorum uzaktan dediğim gibi sadece not alıyorum. Hepimiz bu dünyaya belirli görevler için geldik. Hepimizin bir görevi var, ben biliyorum ne olduğunu benimkilerin. Görevlerimi bitirdiğimde artık gitme zamanı gelecek ve gideceğiz. Görev kelimesini biraz açmak gerekir. Kuryeci Yasin’in görevi ufak kardeşlerine bakmak, annesini kimseye muhtaç etmemek. Kardeşleri daha küçük, geçim derdinin farkında olamayacak kadar küçükler. Yasin ise 22 yaşında olgun bir adam artık. O genç bedeninde hayatın sırtına bastırdığı yüklerin izlerini okuyabilirsiniz. Nurgül bu Pazartesi 30 yaşında olacak hayattan umudunu kestiğini, insanlara artık güvenmediğini söylüyor. Her halinden evde kalacak diye korktuğu belli, toplumun evlenmeyen kadınlara dayattığı mahalle baskısına dayanamayacak kadar güçsüz bir ruh hali var, o sert duruşunun altında. Yetenekleri olmayan boş insanlar, evet onlar da lazım, her iş için birileri lazım. Hayatta herkesin bir işi olmalı elbet. Herkesin para kazanması, yaşaması gerek.
Hayatta herkes mutlaka bir kere aşık olmalı. Birini koşulsuz sevmek, onu düşündüğünde bile yüzünde beliren ufak bir gülümse dünyaya bedel. Sevmek güzel şey, bir de karşılıklı ise. Karşılıksız ise gerçekten zor, sevdiğinizi istediğinizde görememek, arayamamak en önemlisi de onun sizi arayıp, görmek istememesi. Öyle ağır geliyor ki, nefesiniz kesiliyor bazen üzüntüden.  Ben hep beni her gün arayan ve beni sevdiğini dünyaya haykıran bir adam hayal etmiştim. Çiçekler, özellikle de nergisler gönderecekti bana. Aşık olduğum adamla geçecekti ömrüm. İnsanın her istediği olmuyor işte. Biz insanlar aşık olma ve sevme niteliklerimizi de proses ettik, işledik artık. Onlar bile işlenmiş, yapay oldular tıpkı gıdalar gibi.
Sırtınızda yükleri tartabiliyor musunuz? Ne kadar yük var sırtınızda, kaç parça malzeme var? Geçim derdiniz mi var, işte çok fazla mı yoruluyorsunuz, sevdiğinizle bir gelecek olmayacak mı, aldatıldınız mı,  mahalle baskısı, ailenin baskısı, sınav korkusu, başarılı olamama, iş bulamama, el alem ne der korkusu? Bir de bunları solda sıfır bırakan sağlık problemleri var. Umarım yükleyebileceğinizden daha fazla yükleriniz yoktur sırtınızda. Araçlara fazla yük bindirince yan devrilmesi gibi, sizde devrilmiyorsunuzdur hayat karşısında. Ben ise artık yüklerimi kenara bırakıyorum, kenardan izliyorum hayatı. Seyirci olmaya karar verdim, ne de olsa bu benim kararım. Nasıl, ne zaman bilmiyorum ancak bütün yüklerimi atmaya karar verdim. Artık hiçbir şey olmayacak, hiçbir şey dokunmayacak bana. Ben istediğim gibi hafif olacağım hiçbir kimse bastıramayacak sırtıma, nefes almamı engelleyemeyecek. Nasıl? Ben de bilmiyorum ancak tek bildiğim artık sona geldiğim. Hayata dair notlarımı tamamlamam gerekiyor. Daha ne kaldı ki, Yasin ne kadar da güçlü, Nurgül nasıl da saklıyor o naif yüreğini bilmiyorum. Ben artık saklamıyorum hiçbir şeyi, ilginçtir ki korkmuyorum hiçbir şeyden. Bu benim hayatım ve ben mutlu olmak istiyorum. Nasılını bilmesem de farkına varmam gereken tek gerçek bu.
Umarım yanılmıyorumdur.

Sevgiler,
Cansu Uğur


Canım Kızım Ceren

Canım Kızım Ceren,
Masum yüzündeki şaşkın ifade ile nasıl araba sürdüğümü anlamaya çalışıyordu. Bir türlü kadınlarında araba kullanabileceğini kabul edemiyordu çünkü sadece babası araba kullanabilirdi. Komşumuzun kızı, yanımızda büyüyen, benim manevi kızım ve artık bir ilkokul öğrencisi olan bu ufaklık beni her zaman gülümsetmeyi başarıyor.
Bu haftasonunu güzel kızıma ve biricik anneanneciğime ayırmaya karar vermiştim. Canım arkadaşım Irmak’tan Kanlıca ve Beylerbeyi gezme planımızı ertelememizi rica ettim, canım dostum kırmadı beni. Anneannemi iki üç ayda bir bize ziyarete geldiğinde görebiliyorum. Çok seviyorum onu. Ben ona benziyorum sanırım. Neşeli, insanlarla kolay iletişim kurabilen, hayattan ne istediğini bilen bir kadın. Allah onu başımızdan eksik etmesin. 75 yıllık ömründe neler yaşamış, neler görmüş. Anlattıklarını anlamaya, İstanbul’un 60 yıl önceki hallerini dinlemeye bayılıyorum özellikle de gençlik yıllarında Vefa taraflarında oturan anneannemin anılarını seviyorum. Bir şişe gazozun lüks olduğu zamanları anlatıyor. Bu arada anne tarafının nasıl karışık bir soya sahip olduğunu dinliyorum. Yaklaşık yüzyıldan fazladır İstanbul’a gelmiş dedelerimin Karadenizli, Arnavut ve Arap hatunlarla evlenip nasıl bir genetik miras oluştukları çok ilginç. Aile baya karışmış ve bunları onunla sohbet sırasında öğreniyorum. Kocasına duyduğu aşkı, dedemi kaybedeli tam 33 yıl olmuşken parmağından çıkarmadığı yüzüğü bana hep ilham kaynağı olmuştur. Onunla karşılıklı yaptığımız güzel bir kahvaltı ve ardından gelen keyif kahvesinden sonra onu araba ile durağa bıraktım. Hoşça kal güzel kadın, seni seviyorum, tekrar gel çok arayı açmadan. Keşke onunla yakın otursak.
Sonra da yaklaşık iki aydır göremediğim güzel kızımı ziyarete gittim. Sarı saçları o kadar uzamış ki belini geçmiş neredeyse. Araba içinde beni görünce neredeyse çenesi düştü “Sen nasıl araba sürdün” demez mi? Ardından da “görüşmeyeli çok oldu” dedi. Kocaman insan gibi. Beni öperken özlediğini belli eden “ooohh” “ohh” gibi sesler çıkarması çok hoştu. Birtanem, güzel kızım, gözleri güzel kızım. Seni çok seviyorum.
Şansıma altı yaşındaki arkadaşı Kadir de ordaydı hani şu sürekli bahsettiği Fadime teyzesinin oğlu Kadir. Kadir de kızım gibi çok tatlı. Benim araba sürüşüme inanamayan Ceren’e dönüp “Onda ne var ki, ben 5 başımdan beri araba kullanıyorum” demesi hem beni hem de annelerini kahkaha komasına soktu.
Bunlar nasıl yaratıklar böyle? Güzel kızımın karnesi de muhteşem. Hepsi pekiyi. Aferin deyip ödül kutusunu verdim. İçindeki çikolataları şekerleri Kadir ile paylaştı mı merak ediyorum çünkü Kadir’in ilgisi vardı kutuya.
Canım kızım, sana sarılmak, seninle konuşmak bana o kadar iyi geliyor ki. İyi ki varsın, umarım benim de senin gibi zekasıyla bana meydan okuyan bir kızım olur. “Herşeyin hayırlısı” der hep büyüklerimiz. Ne kadar da doğru bir söz. Bizi mutsuz edecek şeyler hayatımıza girmesin hiçbir zaman.
Çocukların ve büyüklerin muhabbetlerinden eksik kalmamanız dileklerimle,
Sevgiler,

Cansu Uğur

Dikkat: Bisiklet Çarpabilir


Dikkat: Bisiklet Çarpabilir,
Amsterdam’ı bir cümle ile özetleyin deselerdi aynen böyle derdim. Her an bir bisikletin altında kalabilirsiniz. Gerçi bu motosiklet veya tramvay da olabilir. Neredeyse dümdüz bir şehir olan Amsterdam bu nedenle bisiklet kullanımı için uygunmuş. Bizdeki gibi devasa yokuşları yok. Bisiklet yolundaki trafik, araba yolundan fazla üstelik bisikletlerin park sorunu da ayrı bir konu. Ayrıca çok hızlı sürüyorlar. Vızır vızır geçen tramvaylara ne demeli. Şansımıza Santa Günü’ne denk gelmişiz. Noel Baba için hazırlanan zencefilli minik kurabiyeler harika. Santa’nın İspanya’da yaşadığını bilmiyordum üstelik Türkiye’den göçmüş oraya.
Şehrin dört bir yanı kanallarla çevrili. Evler masallardan fırlamış gibi her şey küçük ve düzenli bir sırada. Evlerin şekilleri peri masallarına benziyor. Bu kadar küçük yapılara bu kadar büyük camlar neden yapılır acaba? Sabahın yedisi olmasına rağmen hava aydınlanmadı hala. Waffle harika, peynirler çok ilginç. Bir sürü peynir çeşidi var. Peynirin üzerine mantar kreması gibi bir şey yapmışlar. Değişik bir lezzet. Nane yapraklarından yapılan çay çok ilginç. Santa gününde Hollanda adetlerine göre birbirlerine hediye vermek ve bu hediyeye bir şiir iliştirmek adetmiş. Ne kadar güzel değil mi, şiirsiz olmuyormuş. Anne babalar çocuklarına bu şiirler ile tavsiyede bulunur bu yılı iyi bir çocuk olarak geçirmelerini istermiş. Yoksa Santa babalarını İspanya’ya götürürmüş. Çok güzel gerçekten.
İnsanlar çok uzun burada hatta o kadar uzun ki otelin otomatik kapısı onlara göre ayarlanmış sanırım. Beni görünce açılmıyor kapı. Ya da beni göremiyor. Masalsı bir şehirde ruhumu besliyorum şuan döndüğümde korkunç bir fırtına beni bekliyor olacak. İşler yığılmış, insanlar üzerime gelmeye hazır olacak. Şimdilik ruhumu beslemeli, naneli çayın tadını çıkarmalı. Suları sunuş şekilleri bile ilginç Sürahilerin içinde dilimlenmiş limon veya portakal var. Suyu içtiğinizde hafif bir meyve aroması katıyor çok güzel.
Hollandacı’yı çözdüm sanırım. Her şeyi “ş” harfi ile okuyorlar. Sistem yerine şiştem, “undertand” yerine underştand diyorlar. Ben de böyle yapınca ilginç bir şekilde beni anlıyorlar. Evet, “ş” derseniz sorun yok. Red Light District bölgesi beni derinde etkiledi, uyuşturucunun legal olarak satıldığı kafeler, içine uyuşturucu konulan keklerin satıldığı dükkanlar ve vitrinler dans eden kadınlar. İnsanın hayal gücünü zorluyor.
Her şeye karşın güzel bir şehir, bisikletlere, motorsikletlere ve tramvaylara karşın kendini korumuş bir masal dünyası burası. Van Gogh eserlerini görmeden ayrılmamalı Vandelpark, Central Station ayrı güzel. Mutlaka farklı restoranlara uğranmalı, peynirlerinin tatları keşfedilmeli vakit varsa yel değirmenlerine bakılmalı.
Sevgiler,

Cansu Ugur



















Trafik Görgü Kuralları

Trafik Görgü Kuralları,
Kural bir; Sakın daracık tek yönlü yolda, arkadan gelip öndeki aracı özellikle de trafik varsa geçmeye çalışmayınız. Geçtikten sonra da aynaya bakıp çiftetelli oynamayınız zira has arkadaşım teknikerimiz Ercan’ın yapacağı gibi önünüze kırıp, el frenini çekip, sizi orda bir temiz dövüp şimdi oyna diyen Ercan gibi agresif tiplere denk gelebilirsiniz.
Kural 2; Sebep ne olursa olsun, cep telefonu ile konuşurken sol şeritleri kullanmayınız, araç sağa sola savrulur ve direksiyonu tek elle kontrol edemeyince kocaman otobüsler üstünüze kırıp, sizi hafifçe sarsabilir. En az bir kere şahit olduğum gibi.
Kural 3; Yaya geçidi süs olarak yapılmamıştır. Yerdeki çizgilerin bir anlamı vardır, yaya geçitlerinde yavaşlamalı ve önceliği karşıdan karşıya geçmeye çalışan insanlara vermelisiniz. Kavşaklara yaklaşırken yavaşlamak gerekir, hızla kavşağa dalıp iki şeridi kullanma hakkınız yoktur.
Kural 4; Kadınlara karşı her zaman trafikte centilmen olunmalı, camı açıp da kadının araba sürüşü hakkındaki yorumları bağırarak aktarmak yerine kendine saklamalı. Zira kadınlar erkeklerin üslubu ve camdan fırlattığı çöpleri Alo Trafik hattını arayarak nasıl rapor ediyorsa aynı şeyi onlar da yapmalı.
Kural 5; Çok fazla egzoz gazı çıkıyorsa(siyah duman vs.) Alo Trafik aranarak rapor edilmeli, fren lambaları çalışmıyorsa, gece farları yanmıyorsa veya hayatınızı tehlikeye düşüren durumlara sizi sokuyorsa en azından rapor edilmeli plaka.
Kural 6, Araçlara kamera sistemi kurma imkanınız var ise mutlaka kurunuz, bu şekilde trafikteki beyaz yakalı magandaların koca araçları ile üstünüze nasıl kırdığını ve sonrasındaki sırıtışlarını kayıt altına alabilirsiniz. Ben fotoğraf çekmeye çalışıyorum.
Kural 7, Her şeyden önemlisi araçların kontrolleri, tekerlerin durumu sürekli kontrol edilmelidir. Ambulans gibi acil durum araçlarına her zaman yol verilmeli, fırsatçılık yapıp arkasına takılmamalıyız. Emniyet şeridinde telefonla konuştuktan sonra küt diye yola dalınmaz.
Kural 8; Otobanlarda yol ortasında tekerlek, yaralı hayvan görürseniz bu gibi durumları mutlaka raporlayın. Bir canlının hayatını kurtarmış olmak güzel bir duygudur. Sakın yol ortasında kendiniz durup müdahale etmeyin hızlı sürücülerin kaza yapmasına sebep olabilirsiniz.
Kural 9; Temizlik önemli bir kavramdır, bir insanın temizliği sadece evinin, kıyafetlerinin veya kişisel temizliği ile ölçülmez. Çevresini nasıl bıraktığı, kullandığı otobanı, ofisi, restorantı nasıl kullandığı ile ölçülür. Camı açıp bırakılan poşetlerin zararı sadece arkadan gelen araçlara değildir. Dışardan kendinize bakın.
Kural 10; unutmayın yollar da adam öldürür öyle kavşaklar, öyle yokuşlar var ki mükemmel bir sürücü de olsanız sizi zorda bırakır. Lütfen bu yolları şikayet edin, mühendisliği, hesabı kitabı düzgün yapılmayan yollar, yaya geçitleri yüzünden insan hayatlarını kaybetmek zorunda değiliz.
Güvenli sürüşler ve mutlu bir ruh sağlığı dilerim,
Saygılarımla,

Cansu Uğur

Notting Hill’de Bir Şey Yok



Notting Hill’de Bir Şey Yok,
Biraz İngilizce biliyorsanız yaptığım ironiyi anlayabilirsiniz herhalde. Tam üç gündür Londra’nın “yellow circle” da yer alan istasyonlarından birinin yakınında Notting Hill’deyim.  Neredeyse tabut kadar bir odaya dünyanın parasını saymak içimi yaksa da ulaşım için iyi bir yer. Üstelik Londra otel fiyatları el yakıyor, bu ne canım böyle! Üstelik kahvaltı bile vermiyorlar. Asansör’de maksimum bir kişi ve bagajı yazısını görünce iyice sinirlendim. Ne demek maksimum bir kişi? İş nedeniyle yaklaşık bir hafta buralarda olacağım. Londra’ya ilk indiğimde yanımda oturan kocaman adamdan dolayı şehri göremediğime üzülmüştüm. Ancak görülecek şeylerin çoğu o bölgede yer almadığı için problem değilmiş. Londra metrosunun(tube) haritasını hemencecik alıp, çözmeye çalıştım. Evet, ilk başlarda biraz karışık gelse de muhteşem bir sistem yapmışlar. Central line, Circle Line, Piccadily, Victoria, Northern Line. Evet, işin özü bu kadar yani hangi “line”da olduğunu ve nereye gideceğini biliyorsan ve elinde de bir harita varsa kaybolman imkansız. Tabii ben iki kere yanlış trene bindim.  Hafta sonu beni gezdirecek arkadaşımın önemli bir aile işi çıkınca Cumartesi erkenden yola çıktım, ilk durağım Natural History Museum, ardından Science Museum ve en son da Victoria&Albert Museum oldu.  Bu müzelerin her biri için ayrı bir yazı gerekir ancak ben History Museum’daki fossillere, dinazorlara bayıldım adeta bir de üst kattaki devasa ağaç fosiline. Albert&Victoria müzesinin Rönesans kısmına gitmeniz sizi eski zamanlara götürecek. 10 metre civarındaki yapıları İtalya’dan nasıl söküp getirdiklerini aklım almadı hala. Pek çok sanat öğrencisinin eserlerin karşında ellerinde kara kalem çalıştıklarını gördüm. Ne kadar muhteşem, bu şahane yapıtlara birebir bakarak çalışmak. Science Müzesi ise tam mühendislere göre ilk buharlı makineleri, ilk araba modellerini, uzaya fırlatılan Apollo uzay aracının parçalarını görebilirsiniz. Buharlı trenlerde muhteşemdi.
Sürekli övdükleri “fish&chips”in sadece chips kısmını beğendim. Ziyaret ettiğim bir Meksika restorantıyla Meksika yemeklerine vuruldum. Acaba İstanbul’da taco bulabilir miyim? Gidince aramalı. İngiliz kahvaltısında yumurtayı kızartma şekilleri, manta ve dometesler harika. Domatesi kızartıp üstüne öyle baharatlar ekliyorlar ki muhteşem. Samosa Hint ürünü mü acaba hep Hintliler satıyor. Sebzeli olanı harika. Tate Modern tam bizim patrona göre her bölümde ayrı bir sanatçının eseri var, her katta ayrı bir sergi var. Thames Nehri’ni sadece insanların kullandığı bir köprü ile gelip St. Paul Katedralinin ihtişamına kapıldım. Nasıl bir yapı bu, devasa sütunların arasında göz alıcı pencereler ve kocaman görkemli bir saat. Trafalgar Meydanı harika. Burada şov yapan kişiler çok ilginçti. Kendini metal rengine boyamış ve maskeler takmış adamların gösterileri harikaydı. Parlamento Binası, Big Ben, London Eye ile devam eden yolcuğum sırasındaki en görkemli yerlerden biri Westminster Abbey dedikleri binaydı. Bahçesi ayrı bir dünya, karşıdan baktığınızda sizi büyüleyen devasa yuvarlak penceresi ayrı bir dünya. Buraya gelmeden önce Horse Guards Parade’ye tanık olmak gerçekten güzeldi. At Muhafızlarının yaptığı bu törende görkemli bir bando ekibi bir heykelin önüne yürüyüp burada tören yapıyor, ekibi izleyen elinde şemşiye bulunan İngiliz centilmenleri çok hoştu. Buckingham Palace ve karşısında Green Park harika. Kapıdaki muhafızlara yakından baktım. Hyde Park’taki sincaplar ile oynayarak gezimi sonlandırdım. Mojito, samosa ve Meksika yemekleri ile tanıştığıma memnunum. Portebello yolundaki bit pazarına mutlaka uğramanızı tavsiye ederim. Boots’lardan kozmetik alış verişi yapmak her kadının hakkıdır. İş nedeniyle Manchester’a geçmem gerektiği için Londra’ya veda etme varkti.
Tekrar görüşmek dileğiyle Londra,
Sevgiler,

Cansu Ugur











Kurallar Ülkesi Almanya

Kurallar Ülkesi Almanya
“Sie sind online” yazısını gördüğüme ne kadar sevindiğimi anlatamam. Tam 3 gündür Frankfurt’tayım, iş nedeniyle gelmiş olduğum bu küçük kasabadan ayrılıp havaalanına gelmeyi başarabildik. 4 yıldızlı oteldeki internetin kalitesini gördükten sonra havaalanında durum nasıl olacak diye merak ederken “çevrim içi(sie sind online)” yazısını görünce rahatlıyorum. Otelden kat be kat hızlı olması da ayrı güzel. 3 günlük iş toplantılarından arta kalan zamanlarda bol bol gezmeye bu küçük şehri tanımaya çalıştım. Yan yana dizilmiş üçgen ve kare kutular gibi duran evleri, sonbaharın getirdiği sarı, turuncu ve kırmızıya çalan rengarenk güzellikler ile bütünleşen Maine nehrine hayran kalarak ayrılıyorum bu şehirden. Nehir kenarında yeşillikler içindeki parkta yaptığım yürüyüşleri çok özleyeceğim. Yaklaşık 20 çeşit birayı hepsinden birer bardak içerek tatmaya çalışan iş arkadaşlarımın 8. bardaktan sonraki kahkahalarını keşke kameraya alabilseydim. Barmen bira isimlerini saymaya başlayınca barmeni susturup “lütfen en sağdakinden başlayalım, sırayla alırız” demelerini unutmayacağım.
Şehir planlaması, yeşil alanların yaşam alanlarında çok önemli yer tutmasının yanında atık yönetimi ile ilgili yaptıklarından çok etkilendim. “Bioenergy” üzerine ders almış biri olarak evlerin kapılarının önünde 6 çeşit farklı renklerde atık kutusu görmek, kaldığımız otelde her hangi bir atığın nereye atılacağının bu kadar açık bir şekilde tarif edilmesi, medeniyet kavramını bir kez daha aklıma getirdi. Özellikle trafik kurallarına muhteşem bir uyum vardı. Türkiye’de yaya geçidinde karşıdan karşıya geçen insanlara yol verince arkadaki araçların korna çalmasına alışkın biri olarak, arabaların burada durup benim geçmemi beklemesi tuhafıma gitti doğrusu. Alman yemeklerine bayılıyorum, havuç, karnabahar çorbaları, patatesi bin bir çeşitte panelemeleri ve en önemlisi de bizimkilerin sevdiği devasa bardaklarda biralar. Bira seven biri olmasam da görsel olarak çok hoş duruyor. October Festival için 1 yıl önceden rezervasyon yapmaları gerektiğini öğrenince bizimkilerin suratları asıldı. Tatlıları da unutmamak gerek, çikolatalar muhteşem. İyi ki Almanya’da yaşamıyorum. Çikolataya zaafı olan biri olarak erkenden diyabet ve obez olurdum kesin.
Almanlar ile konuştuğumda kendi ülkelerinden memnun olmadıklarını görünce şaşırdım doğrusu. Hükümetin herkese neyi, nasıl yapacağını söylemesi, hayatlarına bu kadar müdahale edilmesi hoşlarına gitmiyor. Mesela yeni çıkan bir düzenleme ile bisiklet sürenlerin kask takması zorunlu olmuş, bisiklet sürüyorsan takman gerekiyormuş. Bu düzenleme her sabah bisiklet süren Micheal’ın pek hoşuna gitmemiş hatta baya bir kızdırmış onu. Taksilerin çoğunun markası Mercedes bizimkiler                 “Almanya’nın Tofaşı” diye dalga geçseler de etrafta bu kadar modern araba görmek gerçekten ilginç. Kuralları seven biri olarak benim hoşuma giden bu sınırlar Almanları çileden çıkarabiliyor.
Geri dönüşüme verdikleri önemi ne kadar takdir etsem az kalır. Otellerdeki hemen hemen her atık geri dönüşüm işlemine dahil edilmiş durumda. Havaalanındaki otomatik check in makineleri, her şeyin programa, saatine göre işlemesi, teknoloji ile bu kadar iç içe olmaları çok güzel. Evlerin maksimum iki katlı olması, göz alabildiğince uzanan yeşil alanların sonbahar ile aldığı renkler tıpkı tablo manzaraları gibi. Gırtlaktan gelen Alman lisanını sebebini bilmesem de seviyorum. Almanca çok iyi bilmesem de elimden geldiğince kullanmaya çalışıyorum. İngilizce biliyor çoğu zaten.
Uçağımın kalkmasına 20 dk kaldı, “boarding” başlayacak birazdan. İlk fırsatta tekrar görüşmek dileğiyle Almanya!
Sevgiler,
Cansu Uğur






Akıllı Telefon ve Ben

Akıllı Telefon ve Ben,
Patronumun akıllı telefon kullanmasına hastayım. Gözleri seçemeyen sektörde uzun yılları ve bu yıllar kadar tecrübeyi geride bırakmış dişi aslan patronum gözleri göremediği için telefonu belli bir mesafede tutar ve çok fazla bastırarak ekranlar arası geçiş yapardı. Nedenini bilmesem de bana komik gelirdi bu durum ancak şirketin bana verdiği yeni akıllı telefonla durum değişti. Ben de tam bir akıllı telefon cahiliydim.
Ekranlar arası geçişi bırakın arkada açık kalan uygulamaları bile kapatmaktan haberim yoktu. Sağ olsun uzman mühendis bir abimiz gösterene kadar. Akıllı telefon deyince benim aklıma konuşarak çalıştırabileceğimiz telefon geliyordu. Can dostum teknikerimiz artık aramalarını mesajlarını böyle atıyordu ve akıllı telefonu ile hava atıyordu. Elime tutuşturduklarında bu telefonu onun Siri adlı bir abla olduğunu bilmiyordum. Meğer tüm  keramet bu abladaymış. Maillerin otomatik cep telefonuna gelmesi, whatsup, viber uygulamaları ve bu uygulamaların indirilmesi güncellenmesi ayrı bir dünya.
Candycrush oyunu neden bu kadar popüler ki, bizim zamanızdaki tetrisin şekerlerle değişmiş hali gibi. Aynı renkler bir araya. Facetime denilen görüntülü konuşma çok hoşuma gitti. Erkek kardeşim uzakta olduğu için annem ile birlikte onu görüntülü aradık. Yurt ortamındaki dağılmış halini yerinde tespit ettik. Otobüs duraklarında, metroda insanlara bakıyorum. Hepsinin başı öne doğru eğilmiş karşısındaki ekrandan ya oyun oynuyor(candycrush) ya chat yapıyor. Büyük çoğunluk oyun oynuyor. İnsanlar sessizce önündeki ekrana gömülüyor ve çevresiyle iletişimi kesiyorlar. Akşam evde de herkes kendi köşesinde sessizliğine çekiliyor ve önündeki ekrana bakıyor. Gençler ayrı bir dünya okulda sanki bütün gün birbirlerini görmüyorlarmış gibi her an her dakika mesajlaşıyorlar telefondan. Telefonlar akıllandıkça insanlar aptallaşıyor gibi geliyor. Her an her dakika bilgilerini güncelliyorlar hayatlarının her dakikasını paylaşmak normalmiş gibi.
Faydalı tarafları da var GPS büyük nimet. Maillere ulaşma imkanı şirket dışındaysanız harika. Bir de uzakta olan sevdiklerinizle facetime denilen görüntülü konuşma çok işe yarıyor. Kaçamayacağımız bu teknolojinin artı ve eksilerini düşünmeden kabulleniyoruz. Yapacak pek bir şey de yok.
Yeni nesil yaşam şekli bu olacak. Bir ekran önünde sessizliğe gömülecek ve çevremiz ile iletişimi sıfırlayacağız. Her şey bu ekranda olup bitecek. Hani interneti kontrollü kullanmak gerekirdi, kendimize de boş vakit ayırıp sosyal çevremizle vakit geçirmek hayattan kopmamak gerekirdi. Neden kimse uyarmıyor gençleri. İnternet kullanımı neden sınırlandırılmıyor işin ilginç tarafı bunun bir tür bağımlılık yarattığını fark edemiyorlar. Unutmayın bağımlılık bir hastalıktır. İnternet bağımlılığı o kadar geniş kitlelere yayıldı ki hastalığımızın tespitini yapacak sağlıklı insan sayısı çok azaldı.
Birbirinin yüzüne bakarak selam veren bir insanlık yerine ekrandan birbirine selam veren. Temel görgü kurallarını ve sosyal hayatımızı kaybetmiş bir geleceğe başlıyoruz adım adım.
Ekranlarınızı kararında kullanmanız dileklerimle,
Sevgiler,

Cansu Uğur