Biraz İngilizce
biliyorsanız yaptığım ironiyi anlayabilirsiniz herhalde. Tam üç gündür Londra’nın
“yellow circle” da yer alan istasyonlarından birinin yakınında Notting
Hill’deyim. Neredeyse tabut kadar bir
odaya dünyanın parasını saymak içimi yaksa da ulaşım için iyi bir yer. Üstelik
Londra otel fiyatları el yakıyor, bu ne canım böyle! Üstelik kahvaltı bile
vermiyorlar. Asansör’de maksimum bir kişi ve bagajı yazısını görünce iyice sinirlendim.
Ne demek maksimum bir kişi? İş nedeniyle yaklaşık bir hafta buralarda olacağım.
Londra’ya ilk indiğimde yanımda oturan kocaman adamdan dolayı şehri
göremediğime üzülmüştüm. Ancak görülecek şeylerin çoğu o bölgede yer almadığı
için problem değilmiş. Londra metrosunun(tube) haritasını hemencecik alıp,
çözmeye çalıştım. Evet, ilk başlarda biraz karışık gelse de muhteşem bir sistem
yapmışlar. Central line, Circle Line, Piccadily, Victoria, Northern Line. Evet,
işin özü bu kadar yani hangi “line”da olduğunu ve nereye gideceğini biliyorsan
ve elinde de bir harita varsa kaybolman imkansız. Tabii ben iki kere yanlış
trene bindim. Hafta sonu beni gezdirecek
arkadaşımın önemli bir aile işi çıkınca Cumartesi erkenden yola çıktım, ilk
durağım Natural History Museum, ardından Science Museum ve en son da
Victoria&Albert Museum oldu. Bu
müzelerin her biri için ayrı bir yazı gerekir ancak ben History Museum’daki
fossillere, dinazorlara bayıldım adeta bir de üst kattaki devasa ağaç fosiline.
Albert&Victoria müzesinin Rönesans kısmına gitmeniz sizi eski zamanlara
götürecek. 10 metre civarındaki yapıları İtalya’dan nasıl söküp getirdiklerini
aklım almadı hala. Pek çok sanat öğrencisinin eserlerin karşında ellerinde kara
kalem çalıştıklarını gördüm. Ne kadar muhteşem, bu şahane yapıtlara birebir
bakarak çalışmak. Science Müzesi ise tam mühendislere göre ilk buharlı
makineleri, ilk araba modellerini, uzaya fırlatılan Apollo uzay aracının
parçalarını görebilirsiniz. Buharlı trenlerde muhteşemdi.
Sürekli övdükleri
“fish&chips”in sadece chips kısmını beğendim. Ziyaret ettiğim bir Meksika
restorantıyla Meksika yemeklerine vuruldum. Acaba İstanbul’da taco bulabilir
miyim? Gidince aramalı. İngiliz kahvaltısında yumurtayı kızartma şekilleri,
manta ve dometesler harika. Domatesi kızartıp üstüne öyle baharatlar ekliyorlar
ki muhteşem. Samosa Hint ürünü mü acaba hep Hintliler satıyor. Sebzeli olanı
harika. Tate Modern tam bizim patrona göre her bölümde ayrı bir sanatçının
eseri var, her katta ayrı bir sergi var. Thames Nehri’ni sadece insanların
kullandığı bir köprü ile gelip St. Paul Katedralinin ihtişamına kapıldım. Nasıl
bir yapı bu, devasa sütunların arasında göz alıcı pencereler ve kocaman
görkemli bir saat. Trafalgar Meydanı harika. Burada şov yapan kişiler çok
ilginçti. Kendini metal rengine boyamış ve maskeler takmış adamların
gösterileri harikaydı. Parlamento Binası, Big Ben, London Eye ile devam eden
yolcuğum sırasındaki en görkemli yerlerden biri Westminster Abbey dedikleri
binaydı. Bahçesi ayrı bir dünya, karşıdan baktığınızda sizi büyüleyen devasa
yuvarlak penceresi ayrı bir dünya. Buraya gelmeden önce Horse Guards Parade’ye
tanık olmak gerçekten güzeldi. At Muhafızlarının yaptığı bu törende görkemli
bir bando ekibi bir heykelin önüne yürüyüp burada tören yapıyor, ekibi izleyen
elinde şemşiye bulunan İngiliz centilmenleri çok hoştu. Buckingham Palace ve
karşısında Green Park harika. Kapıdaki muhafızlara yakından baktım. Hyde
Park’taki sincaplar ile oynayarak gezimi sonlandırdım. Mojito, samosa ve
Meksika yemekleri ile tanıştığıma memnunum. Portebello yolundaki bit pazarına
mutlaka uğramanızı tavsiye ederim. Boots’lardan kozmetik alış verişi yapmak her
kadının hakkıdır. İş nedeniyle Manchester’a geçmem gerektiği için Londra’ya
veda etme varkti.
Tekrar görüşmek
dileğiyle Londra,
Sevgiler,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder