20 Nisan 2014 Pazar

Notting Hill’de Bir Şey Yok



Notting Hill’de Bir Şey Yok,
Biraz İngilizce biliyorsanız yaptığım ironiyi anlayabilirsiniz herhalde. Tam üç gündür Londra’nın “yellow circle” da yer alan istasyonlarından birinin yakınında Notting Hill’deyim.  Neredeyse tabut kadar bir odaya dünyanın parasını saymak içimi yaksa da ulaşım için iyi bir yer. Üstelik Londra otel fiyatları el yakıyor, bu ne canım böyle! Üstelik kahvaltı bile vermiyorlar. Asansör’de maksimum bir kişi ve bagajı yazısını görünce iyice sinirlendim. Ne demek maksimum bir kişi? İş nedeniyle yaklaşık bir hafta buralarda olacağım. Londra’ya ilk indiğimde yanımda oturan kocaman adamdan dolayı şehri göremediğime üzülmüştüm. Ancak görülecek şeylerin çoğu o bölgede yer almadığı için problem değilmiş. Londra metrosunun(tube) haritasını hemencecik alıp, çözmeye çalıştım. Evet, ilk başlarda biraz karışık gelse de muhteşem bir sistem yapmışlar. Central line, Circle Line, Piccadily, Victoria, Northern Line. Evet, işin özü bu kadar yani hangi “line”da olduğunu ve nereye gideceğini biliyorsan ve elinde de bir harita varsa kaybolman imkansız. Tabii ben iki kere yanlış trene bindim.  Hafta sonu beni gezdirecek arkadaşımın önemli bir aile işi çıkınca Cumartesi erkenden yola çıktım, ilk durağım Natural History Museum, ardından Science Museum ve en son da Victoria&Albert Museum oldu.  Bu müzelerin her biri için ayrı bir yazı gerekir ancak ben History Museum’daki fossillere, dinazorlara bayıldım adeta bir de üst kattaki devasa ağaç fosiline. Albert&Victoria müzesinin Rönesans kısmına gitmeniz sizi eski zamanlara götürecek. 10 metre civarındaki yapıları İtalya’dan nasıl söküp getirdiklerini aklım almadı hala. Pek çok sanat öğrencisinin eserlerin karşında ellerinde kara kalem çalıştıklarını gördüm. Ne kadar muhteşem, bu şahane yapıtlara birebir bakarak çalışmak. Science Müzesi ise tam mühendislere göre ilk buharlı makineleri, ilk araba modellerini, uzaya fırlatılan Apollo uzay aracının parçalarını görebilirsiniz. Buharlı trenlerde muhteşemdi.
Sürekli övdükleri “fish&chips”in sadece chips kısmını beğendim. Ziyaret ettiğim bir Meksika restorantıyla Meksika yemeklerine vuruldum. Acaba İstanbul’da taco bulabilir miyim? Gidince aramalı. İngiliz kahvaltısında yumurtayı kızartma şekilleri, manta ve dometesler harika. Domatesi kızartıp üstüne öyle baharatlar ekliyorlar ki muhteşem. Samosa Hint ürünü mü acaba hep Hintliler satıyor. Sebzeli olanı harika. Tate Modern tam bizim patrona göre her bölümde ayrı bir sanatçının eseri var, her katta ayrı bir sergi var. Thames Nehri’ni sadece insanların kullandığı bir köprü ile gelip St. Paul Katedralinin ihtişamına kapıldım. Nasıl bir yapı bu, devasa sütunların arasında göz alıcı pencereler ve kocaman görkemli bir saat. Trafalgar Meydanı harika. Burada şov yapan kişiler çok ilginçti. Kendini metal rengine boyamış ve maskeler takmış adamların gösterileri harikaydı. Parlamento Binası, Big Ben, London Eye ile devam eden yolcuğum sırasındaki en görkemli yerlerden biri Westminster Abbey dedikleri binaydı. Bahçesi ayrı bir dünya, karşıdan baktığınızda sizi büyüleyen devasa yuvarlak penceresi ayrı bir dünya. Buraya gelmeden önce Horse Guards Parade’ye tanık olmak gerçekten güzeldi. At Muhafızlarının yaptığı bu törende görkemli bir bando ekibi bir heykelin önüne yürüyüp burada tören yapıyor, ekibi izleyen elinde şemşiye bulunan İngiliz centilmenleri çok hoştu. Buckingham Palace ve karşısında Green Park harika. Kapıdaki muhafızlara yakından baktım. Hyde Park’taki sincaplar ile oynayarak gezimi sonlandırdım. Mojito, samosa ve Meksika yemekleri ile tanıştığıma memnunum. Portebello yolundaki bit pazarına mutlaka uğramanızı tavsiye ederim. Boots’lardan kozmetik alış verişi yapmak her kadının hakkıdır. İş nedeniyle Manchester’a geçmem gerektiği için Londra’ya veda etme varkti.
Tekrar görüşmek dileğiyle Londra,
Sevgiler,

Cansu Ugur











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder